keci Metni
Kem Gözlü Şevket Skeci Metni
Güldür güldür show, ”Bu Tarz Benim Skeci” ve ”Diyet Programı Skeci” metinleri ardından, en çok izlenen skeçlerden birisi olan ”Kem Gözlü Şevket Skeci” nin de metinin çıkardım. Bir çok arkadaş, daha fazla metin paylaşmam için ricada bulunuyor. Vakit buldukça ricalarını yerine getirmek istiyorum. Skeçleri metne çevirmek uzun zaman alıyor kusura bakmayın. Saygılar,
İsmail: Nezaket, kapıyı aç kapıyı aç. İşçiler şeyleri getiriyorlar, kolileri getiriyorlar.
Nezaket: Gel, gel, gel…(işçilere)
İsmail: Tamam, maşallah. Usta şöyle gel. Gel, gel, gel, gel… Gel, gel, gel… (ibrahim üzerinde 5,6 tane karton kutu taşıyarak içeri girer)
İsmail: Sol yap, sol yap gel. Gel, gel…
İbrahim: Gelebilsem gelecem yavaş. Yeğenim tamam mı?
İsmail: Gel, gel… (demeye devam eder, arabaya yol tarif eder gibi) Şuraya indir.
İbrahim: Hehhhh… (diye inler)
İsmail: Tamam yere indir.
Fikri: İbrahim şunu al lan. Al şunu, amma ağır gitarmış lan bu.(Sırtında gitarla içeri girer)
İbrahim: Fikri! Seni baya yerim bak he… Ekmeğin arasına lavaşa dürer yerim seni bak.
İsmail: Onu ver, onu ver. O çok özel bir gitar. Bu çok kıymetli bir gitar. Antika sayılır. Ben şöyle koyayım onu. Sağolun. (ibrahimden gitarı alır ve koltuğun üstüne koyar.)
İbrahim: Ağam, merak etme hiç bir şey kırılmaz dökülmez bizde. Biz yılların hamallarıyız. Yürü hadi gidelim halledelim, gerisini getirelim(fikriye) Hadi bakalım hayırlı olsun tekrar.
İsmail: Teşekkür ederim.
İbrahim: Çok güzel eviniz, çok güzel…
…
Nezaket: Aşkım ya, çok güzel evimiz. O kadar güzel ki koskocaman. Ayy, içinde at koştur resmen. At mı alsak?
İsmail: Yuh! Nezaket kombili ev istiyorumdan ata ne ara geldin ben onu anlamadım. Biraz abartmayalım tamam mı?
Nezaket: Aşkım ya, müzisyen eşi olmak ne kadar güzel. Böyle, resmen denize sıfır evimiz var. Harika…
İsmail: Manzara da güzel he. Baksana.
Nezaket: Evet çok güzel. Biz bunu nasıl aldık bu kadar ucuza ya?
İsmail: Valla bilmiyorum. Ya hiç kimse bu evi tutmak istemiyormuş. Niye tutmak istemi…(kapıcı sözünü keser)
Kapıcı: Gidin! Kaçın gidin buradan! Kaçın.
İsmail: Noluyo lan? Sinirlerim bozuldu bu ne?
Kapıcı: Kaçın diyorum buradan. Ne yaptığınızın farkında bile değilsiniz. Kaçın gidin.
İsmail: Sen, sen kimsin lan?
Kapıcı: Ben bu apartmanın eski kapıcısı Mustafa Efendi. Neyse konumuz bu değil. Siz Allah’tan cezanızı mı arıyorsunuz? O buraya gelmeden, o sizi görmeden buradan kaçın gidin hemen.
İsmail: Oğlum o kim? Manyak mısın deli misin? Korku filmi fragmanı gibi… Biz niye gidiyoruz?
Kapıcı: O ki, bu apartmanın karşısında oturur. Bütün iyiliklerin düşmanıdır. Bakışlarıyla demiri eritir o. Kaçın gidin. Gelmeden kaçın gidin buradan.
İsmail: La bi git. Freddy mi emzirdi lan seni? Nereye gidiyoruz? Ne bu haller tavırlar?
Kapıcı: Aha, hissediyorum vallahi geliyor. Geliyor bak kaçın gidin. Canınızı seviyorsanız kaçın gidin diyorum. (koşar ve pencereden atlar denize düşer.) Ahh…
Nezaket: Aa, bu baya denize atladı adam.
İsmail: Anaa, sepete bindi ekmekle kürek çekiyor.
Nezaket: Haaa…
İsmail: Kaçıncı kat burası ya? (bu arada şevket içeri girmiştir.)
…
Şevket: Selamun aleykum. (ismail ve nezaket korkar ve bağırırlar) Lamba açıktı da destursuz girdim. Kusura kalmayın.
Nezaket: Ayy, hoş geldiniz buyurun.
Şevket: Hoş gördük, hoş gördük. Ben yeni komşunuz Şevket. Siz de yeni komşularım İsmail Bey ve Nezaket Hanım olmalısınız.
İsmail: Evet, evet merhabalar. Nasılsınız?
Şevket: Sağolun siz nasılsınız?
İsmail: Sağolun, çok teşekkürler.
Şevket: Niye yüzünüz öyle suratınız kireç gibi oldu?
Nezaket: Ayy, ya kusura bakmayın. Bir adam geldi. Artık buranın eski kapıcısıymış neymiş… Birini anlattı, yok demiri eritiyormuş, yıldırımlar düşüyormuş bir şeyler…
Şevket: Aaa, ben biliyorum o adamı. İnanmayın, inanmayın şaar(şehir) efsanesi…
Nezaket: Yani…
Şevket: Neymiş, adamın nazarı dağyomuş(değiyormuş) Neymiş, kem gözlüymüş.
İsmail: Nasıl nazar değiyormuş?
Şevket: Aman, kuru gürültü işte. Neymiş, eski komşusunun arabasına ”a’aa arabanız ne kadar da güzel demiş, Ankara yolunda arabaya gemi çarpmışmış…
İsmail: Ankara yolunda gemi mi? Şehir efsanesi de bu kadar olur ya.
Şevket: Aman işte boş lakırdı, boş lakırdı… Bu da elimde kaldı. Size ev hediyesi getirdim, buyurun. (elinde nazar boncuğunu uzatır)
Nezaket: Ne zahmet ettiniz. Ne zahmet ettiniz. Çok teşekkür ederiz.
İsmail: Sağolun.
Nezaket: Çok güzel, nazar boncuğu pek güzelmiş.
Şevket: A’aa, gerçekten de pek güzelmiş. Ben alırken dikkat etmemiştim. Renkleri gerçekten cıvıl cıvıl. Benim evime de çok yakışırdı. Keşke benim olsaydı.(nazar boncuğu kırılır)
Nezaket: Baya..
İsmail: Nazar boncuğu mu kırıldı?
Şevket: Nazar vardı, o çıktı ellam. Ne güzel sayemde kem gözlerden kurtuldunuz.
İsmail: Allah, Allah.. Nezaket, ben biraz çekindim. Bu adamın gözleri fıldır fıldır dönüyor, Allah’ını seversen. Bunu yollim gitsin he?
Nezaket: Ayy, saçmalama lütfen. Rica ediyorum. Eee, efendim ayakta kaldınız, şöyle buyrun. Ben de bir çay koyup hemen geliyorum.
İsmail: Ben de çay berabe…
…
Şevket: Maşşallah, maşşallah. Evinizde pek büyükmüş.
İsmail: Evet, yok canım o kadar da büyük değil. İşte bizim fakirhane diyelim.
Şevket:Siz nerenin, hangi memleketin fakirisiniz acaba?
İsmail: Nasıl?
Şevket: Diyorum ki, koskocaman ev. İsteseniz bu evi Bilecik’e kiralaya verirsiniz. Bilecik halkı buraya yerleşse, komşuluk ilişkileri biter. O derece büyük demek istiyorum yani.
İsmail: Sağolun, o sizin kendi kalbinizin büyüklüğü. Teşekkürler.
Şevket: Eee, bir şeye ihtiyacınız olursa, n’olur çekinmeyin bana haber verin. Elimden her iş gelir. Elektrik tesisatı, su tesisatı… Çok yardım severimdir ben.
İsmail: Çok teşekkür ederiz. Her şeyi yaptırdık biz. Elektrik bağlattık. Avizeyi de geldiler sabah taktılar zaten.
Şevket: Aaa, şimdi gördüm. Ne kadar da güzel bir avizeymiş. Bunlan var ya ne güzel, hiç güneşsiz kalmazsınız. Keşke benim olsaa.(avize yere düşer.) Tam montelenmemiş heral.
İsmail: Siz, o kapıcının bahsettiği nazar değdiren bey siz misiniz?
Şevket: Benlen ne lakası olabilir acaba? Ben temiz yürekli, ne güzel bir insanım ya. Benlen ne alakası olabilir? Benim hiç kimsenin malında mülkünde gözüm yok. Gözü olanın da gözü çıksın inşallah.
…
Nezaket: Eveeeet, buyrun. Aaaaa! Aaa, avize mi düştü?
Şevket: Uydurukmuş heral, ondan düştü kendi kendine. Pırt diye düştü.
Nezaket: Aaaa,
Şevket: Bir şey yok. Bir sorun yok. A’aaa, ne güzel kuru pasta.
Nezaket: Yani, işte taşınma telaşı yapamadım bir şey. Kusura bakmayın.
Şevket: Olsun, olsun. Bi dahaki sefere hazırlanır öyle çağırırsınız.
İsmail: Nezaket, bu o. Bu o… Bahsettikleri adam, bu o.
Nezaket: Ne bu o? Kim bu?
İsmail: Ya adam atladı ya aşağıya can havliyle. Onun dediği adam bu o. Gözleri ile dağları deviriyor. Gördüm avizeye baktı, avizeyi devirdi adam.
Nezaket: Amaan, İsmail yani saçmalama lütfen rica ediyorum. Olur öyle taşınma esnasında.
Şevket: Ben rahatsız ettiysem gidebilirim.
İsmail: Tamam.
Nezaket: Aa, hayır, hayır. Ee, olur mu öyle şey? Daha yeni geldiniz. Buyrun, bize de mola olmuş oluyor.
Şevket: O zaman oturim ben.
Nezaket: Tabi, bize de mola işte. Otur! (İsmail’e)
Şevket: Ne güzel. Ne iş yapıyorsunuz acaba?
İsmail: Valla, eheheh. Nazarınız değmesin ama, müzisyenim.
Şevket: A’aaaaaaa!
İsmail: Aaaaaaa…
Şevket: Ne kadar güzeel.
İsmail: Eyvah.
Şevket: Hem eğleniyorsunuz, hem para kazanıyorsunuz. Ben de sanatçılara özenmişimdir. Sizden bi şarkı çalmanızı, söylemenizi istesem.
İsmail: Ya, öyle ha deyince olmuyor. Konsere çağırim…
Nezaket: Ama ayıp İsmail. Bir şarkı söylesen ne olur canım?
Şevket: O zaman size gitarınızı vereyim.
İsmail: Hayır sakın! Gitarı… ben alırım. Ben alırım. Bu özel yapım bir gitar da. Antika sayılır. Sağolun.
Nezaket: Eee, gözü gibi bakar gitarına o yüzden böyle yapıyor.
Şevket: Amma, eşinizin hakkı var. Çok da güzel bir gitarmış. Ben de çalmak istedim amma, olmadı. Benim de böyle güzel gitarım olsaydı çalardım.
Nezaket: Eh, hadi bizim şarkımızı çal İsmail hadi.
Şevket: Keşke benim olsa.(gitar kırılır)
Nezaket: Aaaa! A’aaa!
İsmail: Lan ekmek teknemi mahvettin. Allah’ın cezası.
Şevket: Benlen ne lakası olabilir acaba? Benim kimsenin yeteneğinde gözüm yok. Ben de yetenekli, ahşap boyayan sanatçı bir kişiliğim.
Nezaket: İsmail, ben de tırsmaya başladım doğrusu. Galiba doğru söylüyorsun. Adamın maşallah dediği, cümlesini bitirmeden ölüyor.
…
(Bu sırada İbrahim ve Fikri, büyük bir tablo ile içeri girer.)
İsmail: Arkadaşlar yavaş. Lütfen n’olur yavaş. Dikkat edin. Ben ona yani… servetimin yarısını ödedim. Lütfen dikkat edin.
İbrahim: Tamam, merak etme ya. Biz bugüne kadar neler taşıdık. Mona Lisa’yı taşımış adamım ben. Bundan mı şey yapcam, hehe?
Şevket: A’aaaaa.(İsmail, Şevket’e doğru koşar ve bağırır)
İsmail: Ne, hayır. Hayır Allah’ını seversen. Oraya bakma. Bak kuş, oraya bak. İzleyiciler, üçüncü sıraya bak. Allah’ını seversen oraya bakma. Önünü kapat. Sakın! Sakın! Daydara rinda (şarkı söyleyip oynamaya başlar İsmail) Bana bak bana bak. Ne olur oraya bakma. N’olur bakma, n’olur n’olur.
Şevket: Allah, Allah. Vallahi kalbimi ufalıyorsun ya. N’olmuş yani renkleri canlı gibiyse. N’olmuş yani benim duvarıma layıksa. Ne güzelmiş. Keşke benim olsa. (tablo sallanmaya başlar ve düşer)
İsmail: Hayır, yapmayın. N’olur yapmayın. N’olur yapma. Allah’ım. Allah’ım. N’olur tablo iyi deyin. N’olur tablo iyi deyin.
Şevket: Anam, tablonun başı …..’na kaçmış. (tabloya adam girer.)
Nezaket: Ayy…
Şevket: Başı gözüne girmiş. Vallaa bak.
Nezaket: Anam, buna bakamam İsmail. Midem bulandı resmen.
İsmail: Allah, cezanı vermeye. Servetimin yarısıydı lan bu. Ne istedin? N’olur çek git artık burdan ya.
İbrahim: Yenge!
Nezaket: Ha?
İbrahim: Biz bunu götürelim, bu tabloyu. Bahçeye gömelim. Üzerine kireç atalım.
Nezaket: Kesin.
İbrahim: Biz gördük yandık, başka insanlar görüp yanmasın. Bu nasıl çirkinliktir ya. Hadi, yükleyin yükleyin.
Fikri: Hep, ağır tarafı bana geliyor.
İbrahim: Ya sus! (hamallar arasında atışırlar ve tabloyu götürürler.)
İsmail: Beyfendi Allah’ınızı severseniz gidin. N’olur, ne isterseniz yaparım. N’olur gidin.
Nezaket: Şevket bey n’olur gidin artık.
Şevket: Yazık, yazık. Ben de yeni komşu geldiniz diye sevinmiştim. Amma siz beni sevmediniz.
Nezaket: Yok…
Şevket: İnşallah çocuğunuz bana benzemesin o zaman.
…
Bahadır: Baba!
İsmail: He?
Bahadır: Şey diy… A’aaaa. (şevket gibi) Ne kadar güzel gömlek.
İsmail: Hay.. Sinirim bozuldu ya.
Bahadır: Keşke benim olsa.
İsmail: Ayyy…
Bahadır: Ama olsun. Ben de çok güzelim. Çok da sağlıklıyım baba. A’… (bahadır kalbini tutar ve ismail tutar)
İsmail: Yapma.
Nezaket: Ayy..
İsmail: Çıkar, çıkar. Çıkar Bahadır’ı çabuk. Canını kurtar. Allah’ını seversen git burdan. Yeter, n’olursun git burdan ya.
Şevket: İyi be tamam. Gidiyom o zaman. Size de büyük, geniş, sıfır evinizde mutluluklar dilerim. (tam şevket çıkarken eve gemi çarpar.) Valla bu kadarını ben de beklemiyordum.
İsmail: Ankara’daki gemi mi bu?
Şevket: Evet, Barış Manço vapuru.
…
Ev sahibi: İsmail Bey, merhaba. Ayy, ayy ne oldu yine bu eve ya?
İsmail: Hep senin yüzünden oldu. Ben yakıyorum kaporayı maporayı. Ben bu evi almıyorum. Evime gemi girdi gemi. Benim ekmek teknemi batırdı bu adam. Mahvetti. Nezaket, Allah’ını seversen gidelim burdan. Biz yakıyoruz kaporayı. Bu evi almıyoruz, hanımefendi. (ismail, nezaketin elinden tutar ve evden çıkar.)
Ev sahibi: Gitmeyin bir saniye.(ismail ve nezaketin gitmesine mani olmaya çalışır)
İsmail: Bırak! Bırak!
Ev sahibi: İsmail bey, ne olur!
Ev sahibi: … N’olcak….. kısık ateşre pişirilir…bişey ya. Nasıl ya..(tam ne demek istediği anlaşılmıyor) Ya Şevket Bey, inanamıyorum size ya. Ben buraya hangi müşteriyi getirsem korkup kaçıyor. Lanetli köşkten beter namı oldu bu evin sizin yüzünüzden.
Şevket: Benlen ne alakası olabilir acaba? Sen hep abdestsizleri getiriyon da ondan oluyo. Benim kimsenin malın…şeyinde.. gözüm çok. Çok şükür valla.
Ev sahibi: Ben bu eve komple kurşun döktüreyim de görün gününüzü. (evden çıkar)
…
Şevket: Pis, uğursuz. Cibiliyetsüz kadın. Terbiyesüz. (şevket aziz hocaya bakar) A’aaa… Ne güzel bir Aziz Hoca. Yeri de çok güzelmiş. Arkası da ışıl, ışıl ne güzeeel. (arkadaki ışıklar yanıp sönmeye başlar) A’aaaa… Sandalyesi de çok güzelmiş.
Aziz hoca: Yapma oğlum.
Şevket: Tam benim evime göre. Keşke benim olsa. (aziz hoca sandalyeden düşer)
Aziz Hoca: Oğlum, tamam Şevket bitti.
Şevket: A’aaa. Çok da güzel. Çok da sağlıklı. Pek dipdiriymişsin. (aziz hoca öksürmeye başlar) Pek de gençmişsin maşşallah.
Aziz hoca: Oğlum, n’aptın lan bana?
Şevket: A’aaa…
Aziz hoca: Tamam artık.
Şevket: Gözleri de çok güzelmiş….
(Aziz hoca kaçar ve şevket peşinden kovalar.)
Nezaket: Gel, gel, gel…(işçilere)
İsmail: Tamam, maşallah. Usta şöyle gel. Gel, gel, gel, gel… Gel, gel, gel… (ibrahim üzerinde 5,6 tane karton kutu taşıyarak içeri girer)
İsmail: Sol yap, sol yap gel. Gel, gel…
İbrahim: Gelebilsem gelecem yavaş. Yeğenim tamam mı?
İsmail: Gel, gel… (demeye devam eder, arabaya yol tarif eder gibi) Şuraya indir.
İbrahim: Hehhhh… (diye inler)
İsmail: Tamam yere indir.
Fikri: İbrahim şunu al lan. Al şunu, amma ağır gitarmış lan bu.(Sırtında gitarla içeri girer)
İbrahim: Fikri! Seni baya yerim bak he… Ekmeğin arasına lavaşa dürer yerim seni bak.
İsmail: Onu ver, onu ver. O çok özel bir gitar. Bu çok kıymetli bir gitar. Antika sayılır. Ben şöyle koyayım onu. Sağolun. (ibrahimden gitarı alır ve koltuğun üstüne koyar.)
İbrahim: Ağam, merak etme hiç bir şey kırılmaz dökülmez bizde. Biz yılların hamallarıyız. Yürü hadi gidelim halledelim, gerisini getirelim(fikriye) Hadi bakalım hayırlı olsun tekrar.
İsmail: Teşekkür ederim.
İbrahim: Çok güzel eviniz, çok güzel…
…
Nezaket: Aşkım ya, çok güzel evimiz. O kadar güzel ki koskocaman. Ayy, içinde at koştur resmen. At mı alsak?
İsmail: Yuh! Nezaket kombili ev istiyorumdan ata ne ara geldin ben onu anlamadım. Biraz abartmayalım tamam mı?
Nezaket: Aşkım ya, müzisyen eşi olmak ne kadar güzel. Böyle, resmen denize sıfır evimiz var. Harika…
İsmail: Manzara da güzel he. Baksana.
Nezaket: Evet çok güzel. Biz bunu nasıl aldık bu kadar ucuza ya?
İsmail: Valla bilmiyorum. Ya hiç kimse bu evi tutmak istemiyormuş. Niye tutmak istemi…(kapıcı sözünü keser)
Kapıcı: Gidin! Kaçın gidin buradan! Kaçın.
İsmail: Noluyo lan? Sinirlerim bozuldu bu ne?
Kapıcı: Kaçın diyorum buradan. Ne yaptığınızın farkında bile değilsiniz. Kaçın gidin.
İsmail: Sen, sen kimsin lan?
Kapıcı: Ben bu apartmanın eski kapıcısı Mustafa Efendi. Neyse konumuz bu değil. Siz Allah’tan cezanızı mı arıyorsunuz? O buraya gelmeden, o sizi görmeden buradan kaçın gidin hemen.
İsmail: Oğlum o kim? Manyak mısın deli misin? Korku filmi fragmanı gibi… Biz niye gidiyoruz?
Kapıcı: O ki, bu apartmanın karşısında oturur. Bütün iyiliklerin düşmanıdır. Bakışlarıyla demiri eritir o. Kaçın gidin. Gelmeden kaçın gidin buradan.
İsmail: La bi git. Freddy mi emzirdi lan seni? Nereye gidiyoruz? Ne bu haller tavırlar?
Kapıcı: Aha, hissediyorum vallahi geliyor. Geliyor bak kaçın gidin. Canınızı seviyorsanız kaçın gidin diyorum. (koşar ve pencereden atlar denize düşer.) Ahh…
Nezaket: Aa, bu baya denize atladı adam.
İsmail: Anaa, sepete bindi ekmekle kürek çekiyor.
Nezaket: Haaa…
İsmail: Kaçıncı kat burası ya? (bu arada şevket içeri girmiştir.)
…
Şevket: Selamun aleykum. (ismail ve nezaket korkar ve bağırırlar) Lamba açıktı da destursuz girdim. Kusura kalmayın.
Nezaket: Ayy, hoş geldiniz buyurun.
Şevket: Hoş gördük, hoş gördük. Ben yeni komşunuz Şevket. Siz de yeni komşularım İsmail Bey ve Nezaket Hanım olmalısınız.
İsmail: Evet, evet merhabalar. Nasılsınız?
Şevket: Sağolun siz nasılsınız?
İsmail: Sağolun, çok teşekkürler.
Şevket: Niye yüzünüz öyle suratınız kireç gibi oldu?
Nezaket: Ayy, ya kusura bakmayın. Bir adam geldi. Artık buranın eski kapıcısıymış neymiş… Birini anlattı, yok demiri eritiyormuş, yıldırımlar düşüyormuş bir şeyler…
Şevket: Aaa, ben biliyorum o adamı. İnanmayın, inanmayın şaar(şehir) efsanesi…
Nezaket: Yani…
Şevket: Neymiş, adamın nazarı dağyomuş(değiyormuş) Neymiş, kem gözlüymüş.
İsmail: Nasıl nazar değiyormuş?
Şevket: Aman, kuru gürültü işte. Neymiş, eski komşusunun arabasına ”a’aa arabanız ne kadar da güzel demiş, Ankara yolunda arabaya gemi çarpmışmış…
İsmail: Ankara yolunda gemi mi? Şehir efsanesi de bu kadar olur ya.
Şevket: Aman işte boş lakırdı, boş lakırdı… Bu da elimde kaldı. Size ev hediyesi getirdim, buyurun. (elinde nazar boncuğunu uzatır)
Nezaket: Ne zahmet ettiniz. Ne zahmet ettiniz. Çok teşekkür ederiz.
İsmail: Sağolun.
Nezaket: Çok güzel, nazar boncuğu pek güzelmiş.
Şevket: A’aa, gerçekten de pek güzelmiş. Ben alırken dikkat etmemiştim. Renkleri gerçekten cıvıl cıvıl. Benim evime de çok yakışırdı. Keşke benim olsaydı.(nazar boncuğu kırılır)
Nezaket: Baya..
İsmail: Nazar boncuğu mu kırıldı?
Şevket: Nazar vardı, o çıktı ellam. Ne güzel sayemde kem gözlerden kurtuldunuz.
İsmail: Allah, Allah.. Nezaket, ben biraz çekindim. Bu adamın gözleri fıldır fıldır dönüyor, Allah’ını seversen. Bunu yollim gitsin he?
Nezaket: Ayy, saçmalama lütfen. Rica ediyorum. Eee, efendim ayakta kaldınız, şöyle buyrun. Ben de bir çay koyup hemen geliyorum.
İsmail: Ben de çay berabe…
…
Şevket: Maşşallah, maşşallah. Evinizde pek büyükmüş.
İsmail: Evet, yok canım o kadar da büyük değil. İşte bizim fakirhane diyelim.
Şevket:Siz nerenin, hangi memleketin fakirisiniz acaba?
İsmail: Nasıl?
Şevket: Diyorum ki, koskocaman ev. İsteseniz bu evi Bilecik’e kiralaya verirsiniz. Bilecik halkı buraya yerleşse, komşuluk ilişkileri biter. O derece büyük demek istiyorum yani.
İsmail: Sağolun, o sizin kendi kalbinizin büyüklüğü. Teşekkürler.
Şevket: Eee, bir şeye ihtiyacınız olursa, n’olur çekinmeyin bana haber verin. Elimden her iş gelir. Elektrik tesisatı, su tesisatı… Çok yardım severimdir ben.
İsmail: Çok teşekkür ederiz. Her şeyi yaptırdık biz. Elektrik bağlattık. Avizeyi de geldiler sabah taktılar zaten.
Şevket: Aaa, şimdi gördüm. Ne kadar da güzel bir avizeymiş. Bunlan var ya ne güzel, hiç güneşsiz kalmazsınız. Keşke benim olsaa.(avize yere düşer.) Tam montelenmemiş heral.
İsmail: Siz, o kapıcının bahsettiği nazar değdiren bey siz misiniz?
Şevket: Benlen ne lakası olabilir acaba? Ben temiz yürekli, ne güzel bir insanım ya. Benlen ne alakası olabilir? Benim hiç kimsenin malında mülkünde gözüm yok. Gözü olanın da gözü çıksın inşallah.
…
Nezaket: Eveeeet, buyrun. Aaaaa! Aaa, avize mi düştü?
Şevket: Uydurukmuş heral, ondan düştü kendi kendine. Pırt diye düştü.
Nezaket: Aaaa,
Şevket: Bir şey yok. Bir sorun yok. A’aaa, ne güzel kuru pasta.
Nezaket: Yani, işte taşınma telaşı yapamadım bir şey. Kusura bakmayın.
Şevket: Olsun, olsun. Bi dahaki sefere hazırlanır öyle çağırırsınız.
İsmail: Nezaket, bu o. Bu o… Bahsettikleri adam, bu o.
Nezaket: Ne bu o? Kim bu?
İsmail: Ya adam atladı ya aşağıya can havliyle. Onun dediği adam bu o. Gözleri ile dağları deviriyor. Gördüm avizeye baktı, avizeyi devirdi adam.
Nezaket: Amaan, İsmail yani saçmalama lütfen rica ediyorum. Olur öyle taşınma esnasında.
Şevket: Ben rahatsız ettiysem gidebilirim.
İsmail: Tamam.
Nezaket: Aa, hayır, hayır. Ee, olur mu öyle şey? Daha yeni geldiniz. Buyrun, bize de mola olmuş oluyor.
Şevket: O zaman oturim ben.
Nezaket: Tabi, bize de mola işte. Otur! (İsmail’e)
Şevket: Ne güzel. Ne iş yapıyorsunuz acaba?
İsmail: Valla, eheheh. Nazarınız değmesin ama, müzisyenim.
Şevket: A’aaaaaaa!
İsmail: Aaaaaaa…
Şevket: Ne kadar güzeel.
İsmail: Eyvah.
Şevket: Hem eğleniyorsunuz, hem para kazanıyorsunuz. Ben de sanatçılara özenmişimdir. Sizden bi şarkı çalmanızı, söylemenizi istesem.
İsmail: Ya, öyle ha deyince olmuyor. Konsere çağırim…
Nezaket: Ama ayıp İsmail. Bir şarkı söylesen ne olur canım?
Şevket: O zaman size gitarınızı vereyim.
İsmail: Hayır sakın! Gitarı… ben alırım. Ben alırım. Bu özel yapım bir gitar da. Antika sayılır. Sağolun.
Nezaket: Eee, gözü gibi bakar gitarına o yüzden böyle yapıyor.
Şevket: Amma, eşinizin hakkı var. Çok da güzel bir gitarmış. Ben de çalmak istedim amma, olmadı. Benim de böyle güzel gitarım olsaydı çalardım.
Nezaket: Eh, hadi bizim şarkımızı çal İsmail hadi.
Şevket: Keşke benim olsa.(gitar kırılır)
Nezaket: Aaaa! A’aaa!
İsmail: Lan ekmek teknemi mahvettin. Allah’ın cezası.
Şevket: Benlen ne lakası olabilir acaba? Benim kimsenin yeteneğinde gözüm yok. Ben de yetenekli, ahşap boyayan sanatçı bir kişiliğim.
Nezaket: İsmail, ben de tırsmaya başladım doğrusu. Galiba doğru söylüyorsun. Adamın maşallah dediği, cümlesini bitirmeden ölüyor.
…
(Bu sırada İbrahim ve Fikri, büyük bir tablo ile içeri girer.)
İsmail: Arkadaşlar yavaş. Lütfen n’olur yavaş. Dikkat edin. Ben ona yani… servetimin yarısını ödedim. Lütfen dikkat edin.
İbrahim: Tamam, merak etme ya. Biz bugüne kadar neler taşıdık. Mona Lisa’yı taşımış adamım ben. Bundan mı şey yapcam, hehe?
Şevket: A’aaaaa.(İsmail, Şevket’e doğru koşar ve bağırır)
İsmail: Ne, hayır. Hayır Allah’ını seversen. Oraya bakma. Bak kuş, oraya bak. İzleyiciler, üçüncü sıraya bak. Allah’ını seversen oraya bakma. Önünü kapat. Sakın! Sakın! Daydara rinda (şarkı söyleyip oynamaya başlar İsmail) Bana bak bana bak. Ne olur oraya bakma. N’olur bakma, n’olur n’olur.
Şevket: Allah, Allah. Vallahi kalbimi ufalıyorsun ya. N’olmuş yani renkleri canlı gibiyse. N’olmuş yani benim duvarıma layıksa. Ne güzelmiş. Keşke benim olsa. (tablo sallanmaya başlar ve düşer)
İsmail: Hayır, yapmayın. N’olur yapmayın. N’olur yapma. Allah’ım. Allah’ım. N’olur tablo iyi deyin. N’olur tablo iyi deyin.
Şevket: Anam, tablonun başı …..’na kaçmış. (tabloya adam girer.)
Nezaket: Ayy…
Şevket: Başı gözüne girmiş. Vallaa bak.
Nezaket: Anam, buna bakamam İsmail. Midem bulandı resmen.
İsmail: Allah, cezanı vermeye. Servetimin yarısıydı lan bu. Ne istedin? N’olur çek git artık burdan ya.
İbrahim: Yenge!
Nezaket: Ha?
İbrahim: Biz bunu götürelim, bu tabloyu. Bahçeye gömelim. Üzerine kireç atalım.
Nezaket: Kesin.
İbrahim: Biz gördük yandık, başka insanlar görüp yanmasın. Bu nasıl çirkinliktir ya. Hadi, yükleyin yükleyin.
Fikri: Hep, ağır tarafı bana geliyor.
İbrahim: Ya sus! (hamallar arasında atışırlar ve tabloyu götürürler.)
İsmail: Beyfendi Allah’ınızı severseniz gidin. N’olur, ne isterseniz yaparım. N’olur gidin.
Nezaket: Şevket bey n’olur gidin artık.
Şevket: Yazık, yazık. Ben de yeni komşu geldiniz diye sevinmiştim. Amma siz beni sevmediniz.
Nezaket: Yok…
Şevket: İnşallah çocuğunuz bana benzemesin o zaman.
…
Bahadır: Baba!
İsmail: He?
Bahadır: Şey diy… A’aaaa. (şevket gibi) Ne kadar güzel gömlek.
İsmail: Hay.. Sinirim bozuldu ya.
Bahadır: Keşke benim olsa.
İsmail: Ayyy…
Bahadır: Ama olsun. Ben de çok güzelim. Çok da sağlıklıyım baba. A’… (bahadır kalbini tutar ve ismail tutar)
İsmail: Yapma.
Nezaket: Ayy..
İsmail: Çıkar, çıkar. Çıkar Bahadır’ı çabuk. Canını kurtar. Allah’ını seversen git burdan. Yeter, n’olursun git burdan ya.
Şevket: İyi be tamam. Gidiyom o zaman. Size de büyük, geniş, sıfır evinizde mutluluklar dilerim. (tam şevket çıkarken eve gemi çarpar.) Valla bu kadarını ben de beklemiyordum.
İsmail: Ankara’daki gemi mi bu?
Şevket: Evet, Barış Manço vapuru.
…
Ev sahibi: İsmail Bey, merhaba. Ayy, ayy ne oldu yine bu eve ya?
İsmail: Hep senin yüzünden oldu. Ben yakıyorum kaporayı maporayı. Ben bu evi almıyorum. Evime gemi girdi gemi. Benim ekmek teknemi batırdı bu adam. Mahvetti. Nezaket, Allah’ını seversen gidelim burdan. Biz yakıyoruz kaporayı. Bu evi almıyoruz, hanımefendi. (ismail, nezaketin elinden tutar ve evden çıkar.)
Ev sahibi: Gitmeyin bir saniye.(ismail ve nezaketin gitmesine mani olmaya çalışır)
İsmail: Bırak! Bırak!
Ev sahibi: İsmail bey, ne olur!
Ev sahibi: … N’olcak….. kısık ateşre pişirilir…bişey ya. Nasıl ya..(tam ne demek istediği anlaşılmıyor) Ya Şevket Bey, inanamıyorum size ya. Ben buraya hangi müşteriyi getirsem korkup kaçıyor. Lanetli köşkten beter namı oldu bu evin sizin yüzünüzden.
Şevket: Benlen ne alakası olabilir acaba? Sen hep abdestsizleri getiriyon da ondan oluyo. Benim kimsenin malın…şeyinde.. gözüm çok. Çok şükür valla.
Ev sahibi: Ben bu eve komple kurşun döktüreyim de görün gününüzü. (evden çıkar)
…
Şevket: Pis, uğursuz. Cibiliyetsüz kadın. Terbiyesüz. (şevket aziz hocaya bakar) A’aaa… Ne güzel bir Aziz Hoca. Yeri de çok güzelmiş. Arkası da ışıl, ışıl ne güzeeel. (arkadaki ışıklar yanıp sönmeye başlar) A’aaaa… Sandalyesi de çok güzelmiş.
Aziz hoca: Yapma oğlum.
Şevket: Tam benim evime göre. Keşke benim olsa. (aziz hoca sandalyeden düşer)
Aziz Hoca: Oğlum, tamam Şevket bitti.
Şevket: A’aaa. Çok da güzel. Çok da sağlıklı. Pek dipdiriymişsin. (aziz hoca öksürmeye başlar) Pek de gençmişsin maşşallah.
Aziz hoca: Oğlum, n’aptın lan bana?
Şevket: A’aaa…
Aziz hoca: Tamam artık.
Şevket: Gözleri de çok güzelmiş….
(Aziz hoca kaçar ve şevket peşinden kovalar.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder